ilhan berk'in istanbul şiiri - Cogito Sözlük
istanbul

işte kurşun kubbeler şehri istanbul'dasın
havada kaçan bulutların hışırtısı
karaköy çarşısından geçen tramvayların camlarına yağmur yağıyor
yenicami süleymaniye arkalarını kirli bir göğe vermişler
hiç kımıldamıyorlar
ayasofya elleriyle yüzünü kapamış bütün iştahıyla ağlıyor

insanlar sokak sokak çarşı çarşı ev ev
insanlar sırt sırta omuz omuza verip durmuşlar
boyunları bükük
yorgun asabi kederli kindar
yığın yığın olmuşlar hepsi köprünün açılmasını bekliyor
bir anda şehrin dört bucağına akacaklar
bir anda iki ayrı kıtadaki insanlar gibi
fatihliyle beşiktaşlı sarmaş dolaş olacak

sarı uzun yüzlü cesur işçiler
dört köşe halinde veya dağınık bir şekilde durmuşlar
hiç konuşmuyorlar
benim onları birer birer çalıştıkları yerlere götürüp bıraktığım olmuştur
hepsi dar kapanık yerlerde, sıkıntılı işlerde çalışırlar
hepsi deli gibi severler yaşamayı
bu en önde giden grup
tophane'de dikimevi'nde çalışır
sekiz kızdır ancak üçü evlenmiştir
bu saçları darmadağın asık suratlı delikanlılar
kömür işçisidir
bu üç kız, beyoğlu'nda büyük bir mağazada tezgâhtar
bunlar yol amelesidir
bunlar vapur işçisi
öbürleri duvarcı hamal ırgat kayıkçı
hepsi bu gök altında sarmaş dolaş olmuş yürüyorlar

dünyada işlerine giden insanları görmek kadar güzel bir şey yoktur
(biliyorum artık akşama kadar onları hiç görmeyeceğim)

durduğun yerden istanbul köprüsü tramvayları mavnalarıyla sanki yürüyor
bu sislerin ve bulutların arasından en sonra harekete geçen kız kulesi'dir
kayıkların direkleri insanların üzerinde
büyük bir bulut gelip durmuştur
işte karın karına vermiş motorlardaki balıkların üstlerine yağmur yağıyor
bir defa olsun akıllarına gelmemiştir
gözleri pırıl pırıl balıkların
bir istanbul göğü altında ağlamak

hepsi denizde geçen hayatlarını düşünüyorlar
dokunsanız ağlayacaklardır

istanbul açları tokları hastalarıyla aynı kıta üzerinde bulunuyor

bu saatte dünyada sabahtır
bu saatte yeryüzünün birçok limanlarına gemiler girip çıkar
birçok insanlar balıktan çıkıp dönerler
istanbul bin göz bin dudak halinde ayakta
işte sırayla kalkan kepenklerin gürültülerini duyuyorum

camlar siliniyor

tramvayların havayı yarıp geçtiklerini görüyorum
tünel’de vagonların ışıkları yandı.
gülhane parkı’na güneş vurdu.

edirnekapı tramvayında iğne atsan yere düşmez.

sanki bir can pazarı kurulmuştur
uyuyan şehirleri evlerini allahı satıyorlar

bu saatte istanbul insanı deli eder
bu saatte yeryüzü çalışan insanların elindedir
bu saatte düşman uykudadır
istanbul’un çalışkan fakir halkını
işleri başında görüyorum
kapanık sokaklarda kunduracılar
bazıları elektrik bazıları gaz lambası altında çalışıyor
iki yana açılmış kollarıyla havalanmak üzere olan kuşlara benziyorlar
hepsinin başları önlerinde
hepimiz ayaklarımızın rahatlığını ellerine bırakmışız
memnunuz
demirci kızgın ateş önünde çeliğe su veriyor

bakkal ayakta ellerini kavuşturup durmuş

yorgancı bir sıra kırmızı gülleri sıraya koydu dikecek

eski elbiseciler kapılarının önlerine çıkıp oturdular

kapalı çarşının küçük esnafları el kadar dükkanlarını açtı

mercan yokuşu tıklım tıklım
sabahla işe giden o insanların hepsi ayakta
ben bu sokağın öğle paydosundaki halini bilirim
ellerinde ekmekleriyle işçiler
yan sokaklara çöküvermişlerdir
kadınlı erkekli
bir an makinelerden yağlardan kurtulmuşlardır
gelip geçenlere garip bir şekilde bakarlar
(bu bir an işten ve dünyadan uzak saatlerde
onların akıllarından geçenleri bilmek isterdim)
hiçbir zaman büyük ve ölmez olduklarını bilmezler
dünyaya sadece çalışmaya ve cefa çekmeye geldiklerine inanmışlardır
bütün fukara sokaklarda kalabalık halk mahallelerinde
durgun ve düşünceli yüzleriyle onlar vardır

marangoz hem tahtayı ölçüyor hem şarkı söylüyor
kitapçı bize yeryüzünü unutturan kitapların tozunu alıyor
tekrar yerine koyuyor
havada
çalışan insanların sesleri
manav çamurların ve yağmurun arasından karpuzlarını kurtarıp sıraya koyar

bakırcı ip gibi ince kırmızı ve halis bakırdan memnun
iki eliyle bir kulp yapıyor, sonra bozuyor
berber aynalarını aletlerini koltuklarını temizlemiş makası elinde bekliyor
terzi ütüsünü almış omuzlarımıza yuvarlaklık veriyor, sonra iğneyi alıyor
mürettip daima yanıbaşında duran büyük adam isimlerini bozmadan bağlayıp makineye veriyor
eskici bir kadın kundurasının bir tekini bitirdi
öbürküne başlayacak
kahveci umumun arzusu üzerine eski çayı döktü, yenisini demledi
seyrisefer memuru yerinde
gözünden hiçbir şey kaçmıyor

ben arkamda bir gömlekle insanların arasındayım
bu saatte istanbul küçük insanlarındır
hepsi işin ve çalışmanın o hür o kardeş dünyasına doğru yola çıkmışlar
gözlerinde ümitli ve emin dünyası insanoğlunun
neşeli veya kederli yüzleriyle
hepsi cesur ve mağrurlar

sen yatağın yorganın bir faytonda dünyada yapayalnız olduğunu hissediyorsun
aklından sırayla büyük şehirlerimiz geçer
ankara izmir eskişehir işçileri dönüyor
zayıf sert bakışlı halim selimdirler
büyük şehirlerimizin ağızlarında kıvrılıp uzanmışlardır
büyük şehirlerimiz
ambarsız istasyonsuz silosuz
fırınların önüne kurşun yağdırsan nafile

benim de aklımdan aynı şeyler geçer
ama daha kahırlı daha kindar daha söylenmez şeyler

sen üzeri camlarla örtülü garlar vagonlar hayal edersin
önünde dört ucu ile kapalı bir gök uzanır
güpegündüz okunan ezan seslerinde sesin yaşanır
bir şarkı halinde girer rüyalarına
duvarlarında gümüş isa’lar asılı kiliseleri istanbul’un
arkan sıra ellerin serinliğinde bir gece yürür
yakın pencerelerden sabaha doğru beyaz evlerin sahibeleri gerinirler
mavi gök yerinden oynar
rıhtımda bir adam cigara yakar, dumanlarını ağzında tutmaz
gözleri büyümüş bir kız köprüden geçenlere bakar, konuşmak ister, konuşamaz
sokaktan bir şair geçer, hiçbir şey için değildir
bakarsın dünya güzeldir, bu kubbe bu baştan ayağa kuşanmış dağlar için deli olunur
şuramızda biri soyunur
insanın aklı oynar
öteden birbirlerine sarılmış insanlar geçer
sokaklar iştaha gelir

bu kepenkleri inik dükkanların arasından ıslıkla geç
ardınca kalan dağ dağ arzulardır
bir defa dokunup geçtiğin havada
koltuğunda bir incil’le kiliseye giden bu kadın
üç ispermeçet mumu ile bir itirafta bulunacaktır
bu bütün vücudu ile işaretler yapıp geçenin öyle aşkları vardır, söylenmez
salisen bu kırmızı saçlı kız bütün türküleri yarım bilir

hep aynı insanlar geliyor aklına
bu akşam en geç saatlerde sokaklarda görün
bu akşam ömründe bir defa bir adam
caddeden geçen insanlarla kardeş olmak istemiştir
bir defa bir eskici ispirto lambası altında mektup okumuştur
aşktan ve kadından bahseden saf insanlar namına aklına ağlamak gelmiştir

mamafih ya dünya ya yıldızlar ya insanlar için şarkılar söylenir
bu akşamlara harikulade bir çingene kızı bacakları ve ağzı için üzüldüğümüzü bilir

kanadı mükemmel bir kırlangıç tramvaylara sürünüp geçer
insanlar minareler deniz esner
küçükpazar kahvelerinde ay ışığında iskambil oynayan işçiler seni tanır
sen
geceler ardının mahzun insanları için ağlarsın

bir anda yalınayak çocukların sattığı gazeteler okunup atılmıştır
inanılmayacak şeyler olmuştur yeryüzünde
avrupa istila edilmiş
tekrar kurulmuş
hamdolsun hitler mussolini ölmüştür
beyaz kravatlarıyla laval’ler artık namevcuttur
vatanımda günde bir milyon balık denize dökülüyor

……………………………………………………………………………….

dağ oyuklarına sokulmuş kasabalarımıza kamyonlar tırmanıyor
trenler buğday taşıyor
insanlarımız ufalmış küçülmüş çöpe dönmüşler
istanbul’da ekmek yağ kömür sıkıntısı
fırınların ofislerin hastanelerin önünde yığın yığın halkımız
büyümüş sarı çekik gözleri dal gibi vücutlarıyla gelip dizilmişler

istanbul mahzun avare çıplak
bir ince gömlek arkasında
çalışan insanların alın terinden
çalışan insanların emeğinden

eskici işlini bitirmiş peynir ekmek ve karpuzla karnını doyuruyor
hepsi öyle hepsi dörder beşer olmuş öğle yemeklerini yiyorlar
duvarcı hemen duvarın dibine çökmüş, yiyor
işinden ve diğerlerinden uzakta değil
fırıncı ateşin karşısında tezgahtar tezgahta deniz işçisi denizde yiyor
boyacı birinci kat boyanın kuruduğunu artık ikinci katı sürebileceğini düşünüyor

kuyumcu şalimoya gazocağına benzin koyup hemen işe başlayacak
saatçi gözlüğünü taktı
askerler vatmanlar polisler nöbet değiştiriyor

insanlara dokunmak ihtiyacını veren bir güneş galata kulesi’ni aşarak büyük caddelere uzanıyor
büyük küçük gemiler insanların hayvanların binaların önünde gelip demir atmışlar

böyle hep insanların arasındayım, yürüyorum
daima telaşlı halkını sevdiğim karaköy çarşısını, tıklım tıklım sokaklarını geçiyorum
zürafa sokağından sesler geliyor
sen paris sokaklarının ressamı utrillo
ben küçük bir asmanın süslediği bu dar sokağı seviyorum
gökyüzü diye el kadar bir bulut parçası uzanır
hiçbir şey yokken yaşamak arzusu verir insana
kimselerin dinlemediği bir radyo harp havadislerini bildirir
akşamları boyunlarında mendil bağlı delikanlılar hava almaya çıkarlar
uzakta büyük küçük gemiler gerinir
projektörleri uyuyan serserileri aydınlatır
gökyüzünden kalkan bir yıldızın nereye düştüğünü onlara sorun, söylesinler

bir teşrinisani gecesi gayetle pis bir lokantadaki kadın hatırımdadır
bana beraberce ağladığımız bir şair resmi göstermişti
o her akşam armonik çalan bir delikanlının sesini çok uzaklardan tanır
kupa bir faytonun içinde ağlayan kadının kim olduğunu bilir
namütenahi güzel gecelerin birinde esrar içilen kahveyi ondan öğrendim
ben o zamanlar dehşetli hassastım
(ben o zamanlar istanbul’un tophane ile yüksekkaldırım akşamlarının haylazlık şarklarını söylerdim)

bu sokağın polonyalı bir kızı vardır, düşünürüm

bunun krallar ve padişahlar kadar hür akşamüstleri vardır
seyyar bir sinema makinesinden uzak memleket resimlerine bakılır
mavi bulutları kırlangıçları kuleleriyle insanlara sarılıp yaşar
allahın günü bahriye neferleri dolaşır
günde üç defa işçiler geçer

bu sokak eski aşk plakları çalar
kadınlar sabahları kapılarının önlerine yarı çıplak, geceleri soyunup otururlar
gramofonlara serseri akşamüstlerinin en yeni ispanyol plakları konur
gece yarısından sonra sarhoşlar için gitar çalan delikanlının sesi harikuladedir
müstesna zamanlarda kocaman bir ay bu merdivenli sokağa vurur
kapanık binaların camlarına italyan kilisesi’nde söylenen dualar dökülür
uzakta büyük küçük camiler gerinirler
karınca gibi çalışır insanlar
üzüm çuvalı un çuvalı altında geçerler
sinemaların önünde yahudi çocukları oynar

sen çiçekli beyaz sabahlığınla hatırıma gelirsin
bir minyatür misali yüzün berber dükkanlarının camlarına işlenmiş
ağır bir çay kokusu dağılır saçlarından
iki yanında çok defa aşksız garip insanlar oturur
bu yüzünde bıçak yaraları taşıyanın üç cinayetle dolu bir hayatı vardır
bu gelip geçenlere gülen kadın artık hiç kimseyi beklemediği için neşeli
bu en çok aşktan korkar
bu sıkıntıyı sevmez başını alıp gider
ben onlar kadar dünyayı sevenlere rastlamadım
benim onlar için yazdığım şiirlerim vardır
neşredemem

ben bu sokakların ağır bir öğle güneşi altında gerindiklerini bilirim
kilise sokağının bütün bir sene sıkıntılı halkını seyrettim
ermeni kilisesinin çan seslerine ezan sesleri karışırdı
hala uykusuz gecelerime musallat olan bu sokağın sıkıntılı kadınlarıdır
göğün sonuna kadar alçalışını, gökyüzünün büyük ve aziz oluşunu
ben bu sokaklarda seyrettim
işleri için sabahla evlerini terk eden insanlar gördüm
sevdiğim eski kiliseleri camileri koca şehre bu sokaklar birleştiriyordu
ben insana en yakın sıkıntıyı neşeyi bu sokaklarda gördüm

benim dünyayı ve insanları bu sokaklardan ibaret bulduğum zamanlarım vardır

vatanları milletleri hudutları birleştiren bir akşamüstüdür
istanbul çalışmaktan yorulmuş dönüyor
her yerde sıcak bir ter kokusu halkımın
her yanda gürültüler

dört yanın akşam
üsküdar’da gaz lambaları yandı
fatih daha yakınına sokulmuş insanların
daha çözülmez olmuş insanlar

yeniden açlığımızın şehri istanbul’dasın
beşiktaş ayağının altında kalır
bu tramvay aksaray’a gider
bu edirnekapı’ya
elini uzatsan fakir üsküdar’dasın

beyoğlu’ndan gürültüler geliyor
tamam akşam
birtakım insanlar ellerini yüzlerini yıkayıp sokağa çıkmışlar
daha çok geniş meydanlara caddelere köprülere gelip durmuşlar
bir kısmı yenikapı’ya çakır’ın gazinosu’na koşmuş
bazıları eyüp’e kasımpaşa’ya üsküdar’a çıkmışlar
beşiktaşlı hemen caddeye ve denize nazır bir yere oturmuş
hepsi geniş ve ferahlık veren meydanları seviyorlar
hepsi iyi şeylere hasretler
hepsi güzel günlere inanmışlar
mutlaka bir rahatlık olan denizi ve gökyüzünü görmeye çıkmışlardır
denizde ve gökyüzünde
hürriyetsiz hiçbir şeyin yaşandığı görülmemiştir

herkes elinden geldiği kadar sever dünyayı

işte dileğimce bir gök önündeyim
birtakım insanların evlerine döndüklerini görüyorum
bir anda hepsi yattıkları gibi uyuyacaklar
(allahı düşünmeyi işsiz güçsüz insanlara bırakmışlardır)

soğuk bir gece evlerin kapısından pencerelerinden girip
babıâli’ye gelip yaslanmış
bu saatte babıâli
geceyi bir meme gibi emmektedir
mürettipler az mumlu bir ışık altında sıralanmışlar
harfler elinde
kimi diziyor kimi sayfa bağlıyor
yarın ikinci bastil’in düşüşünü öğreneceğiz

uyuyanları uyumayanları görüyorum
sirkeci adamakıllı karanlık
sultanahmet’te darağaçları hazırlanıyor
çarşıkapı’da üç serseri karakolluk oldu
bütün fatih’i derin uykularda görüyorum
kenar mahalleliler bir daha hiç kalkmayacakmış gibi uyumuşlar
elleri kolları kaybolmuş, büzülmüşler
dünyamızın sıcak yerlerine kayıyorlar
bu saatte uyuyan bütün insanlar akraba
aksaraylıyla eyüplü elele vermişler, sımsıkı tutunmuşlar
bazıları sırt sırta olmuşlar, dizlerini karınlarına çekmişler, uyuyorlar
bazıları ağızları açık olduğu halde daha rahat uyuyor
erken yatanlarla geç yatanlar hep aynı uykuda buluşmuşlar beraber olmuşlar
çoğu yüz yüze yatmış, birbirlerinin nefesleriyle yarışıyorlar
her şeyden korkuyorlar
avuçlarının arasına gecenin dolmasından, aralarına birinin girivermesinden, bir sabah uyanıvermemekten
onun için sımsıkılar
içlerinde açılanları kalkıp örtenler var
şu anda çin’in bir kenar mahallesinde uyuyanlardan haberleri yok
dünyada yalnız olmadıklarını bilmiyorlar

maçka şişli güpegündüz

düşünceli ve mahzunum
bu saatte uyumayan insanları sevmiyorum
bu saatte bütün insanlar uyusun isterim
sabahla kalksınlar giyinsinler yıkansınlar işlerinin başında olsunlar
eski istanbul kalyonları kadırgalarıyla çoktan uykudadır
fakir mahallelere beyaz atıyla fatih çıksa yerinden kıpırdamazlar
bu saatte istanbul’un geniş ve ölümsüz yüreği
insanların dar ve kahırlı yüreğine karşıdır

gayrı bütün encamıyla kurşun ağırlığında bir gece dersaadet üzerindedir
bu saatte karaköy’deki batumlu geveze salepçinin
alaca kedisinden başka konuşacak kimsesi yok
soğuk bir rüzgar ikisini birbirine yanaştırmış kıpırdamadan duruyorlar
bol mumlu bir ışık altında çalışan tramvay işçileri
bir şarkı tutturmuşlar
kazma sesleri arasından geliyor
meksikalı zenci demiryolu işçilerinin şarkılarına benziyor
istanbul’un bütün geceyarısı insanları kulak kesilmişler
yani geceyi üzerlerine çekmemişler
kayıkçı yattığı sandalın içinde doğrulmuş, dinliyor
beygir üstünde iki yanı güğümlerle sarılı sütçü başını sallıyor
bekçiler düdüklerini daha yavaş çalıyorlar
süleymaniye kendini zorlayıp aydınlığa çıkmış, dinliyor
ayasofya ellerini indirmiş
memnun

sen sade insanların bulunduğu küçük bir barın önünde durmuşsun
burada kadınlar ekseriya sıkıntılı ama asla hafifmeşrep değildir
hepsi çok çirkin sevdikleri adam için ıstırap çekerler
onlar bir fenikeli kadar denizden
ve bir lübnanlı kadar yıldızlardan anlarlar

bir yahudi sokağından akşamları vücut vücuda geçilir
havagazı fenerlerinin ışıkları papağanlarla eğlenen kızların yüzlerine değer
sen ellerin cebinde kötü havalara kızıp tükürürsün
(artık avuçlarınla çocukların yüzleri ısıttığın zamanlar sana kızmayacağım)

senin böyle havalara düşman olup şarkılar söylemen nereden geliyor
oysaki sen sıcak bir avrupa garında açık saçık çocukların uyuduğunu bilirsin

insanları toprağı havayı severek yürüyorsun
bilirim hiçbir şeyi dünyada olmaya değişmezsin
hiçbir şey dünyada olmak kadar güzel değildir
benimle ol
gökyüzü birdenbire düşüverecek
köprü’nün açılışını sabahla işlerine giden insanları
birlikte seyredeceğiz

işte o nefis o tertemiz gökyüzü istanbul’un
sabah olmuş
istanbul tepeleri köprüleri sokaklarıyla çalışmaya iniyor
peşin bütün kenar mahalleler ayakta
peşin askeri fabrika işçileri
sonra tahmil tahliye inşaat amelesi
küçük memur küçük esnaf ayak satıcısı
ahir garipler diyarsızlar
yollara düşmüşler

bu gürültü kalkan kepenklerin gürültüsü
bu kalabalık beşiktaş’a gidiyor
bu geriden gelenler çarşıkapı esnafı
bunlar istanbul emekçileri
kasketlerini yana yıkmışlar yürüyorlar

bu defa aç fakir istanbul’u
büyük surların dışından seyredeceğiz
bir anda fakirler işsizler sökün edecek
önünden yorgun düşünceli yüzleriyle geçecekler
yeniden açılacak köprü dükkanlar fabrikalar
yeniden katledilecek emeği
fukara halkın
birtakım insanların elindeki istanbul’u
rüyada gezer gibi gezeceksin
dilin tutulmuşa dönecek
gözlerin daha büyümüş yüreğin daha dar
yani bir efkârdır basacak

öteden bir başka çeşitleri geçecekler
fakir mahallelere caddelere yangın yerlerine doğru dağılacaklar

istanbul’u ilk aydınlıkta görüyorsun
üniversitesi karakolları mektepleri hapishaneleriyle
kenar mahallelerden doğrulan iğri büğrü insanlarıyla
kirli göğü minareleri kubbeleriyle
istanbul’u ilk aydınlıkta görüyorsun

bu şehir aşktan değil şehvetten düşüp gebermeye hazır
sabahla üç çingene kızı kemanla “yolculuk var” şarkısını söyler
yağmur altında bir adam sallanır durur sehpada
iki yanından uzamış saçlarıyla
sevdiği kadından vatandan harplerden kaçmış birtakım insanlar geçer
dünyayı ve insanları görmeye çıkmışlardır

nefes nefese geçen işçi kafilelerini görünce rahatlayacaksın
ama bir dakikada hepsini kaybedeceksin
sonra yine istanbul’la tek başına kalacaksın

bir bahriyeli bu şehrin parkında gördüğü rüyalardan utanıp kaçtı
kocaman gemi direkleriyle dolu gökyüzü için şiirler yazıldı
birinde senin iyi yüreğin yoktur
geceleri el kadar bayraklı gemiler kızların rüyalarına girip dolaşır
bir meyvadır intihar sabah akşam bölüşülür
rakının adı geçtiği yerde ayağa kalkılır
fildişi kakmalı aşağılık bir gökyüzü çalkalanıp durur
minarelerine takılan bulutların sarhoş olduklarını şairler söyledi
sualler tanzim edilir yaşamaya ait, sorulmaz
dört yanında allaha söve söve yaşanır

bir şehirdesin ki seni kimse tanımaz

uzun fakat ölümsüz bir uykudan sonra
yeniden çalışan insanların sesleri
ovalar denizler üstünde
demir dövenin ray döşeyenin
o erkek sesi sonsuz çalışmanın
yedi tepeden birden

işte 1944 sabahının insanları
balıkçılar işçiler çocuklar
çocukların kursakları ufacık
elleri şiş
kadınlar birbirlerine tutunup yürüyorlar
ne kadar mümkünse o kadar mahzun insanlar

işte gazeteler muhakemeler karaborsa
ticaret siyaset propaganda

her yerde sıcak nefesi insanların
balıkçı motorları sırt sırta verip durmuşlar
tramvaylar havayı oyup geliyor
aç istanbul tok istanbul’a doğru taşınıyor

sen köprünün demirine arkanı verip durmuşsun
uzağındasın yanan şehirlerin
yalnızlık allaha mahsustur
yüreğini ortaya koymuş bakıyorsun
paris’i istanbul’u zonguldak’ı yapanlarla yüreğin

kulağın hep çalışan insanların sesinde
haliç’ten gürültüler geliyor
bu işbaşı düdüğüdür
çalışan halkın ölümsüz halkın

taze ekmek kokusu ilk küçükpazar fırınlarından yayılır
ilk unkapanı köprüsü kıpırdar
suratları asık adamlar geçer
bir bulut başını çıkarıp kaybolur

işte yeniden bir yağmur istanbul’un üstünde
bu önünde gelip durduğun
sarı bir ışık altında uyuyan çocukların sokağıdır
onları gözlerini çıkarıp avuçlarına bırakacak kadar sevdiğini biliyorum
artık eski plaklar çalan kahveleri unut
benimle ol

bir anda bütün kıtaları dolaşan kuvvetli ve mükemmel gün ışığı önümde
seni düşünüyorum
sen genç orospular ölü padişahlar frengililer şehri
seni demir parmaklıkların arkasından seyrettim
kıtlıkların hürriyetsizliklerin elinde gördüm
her defasında daha yalnız daha kimsesiz daha fakirdin
her defasında kinlerin kahrın elinde yapayalnızdın
bir yanınla aç bir yanınla tok gördüm
her seferinde gösterişsiz halkın büyük emeğin çalışan insanlarınla güzeldin
sisin dumanın yağın içinde bizimdin
kalelerin surların katil kulelerin önümüzde duruyor
iyi yüreğinle demir alan demir atan gemilerin sevinçlerin kinlerin ihtiyar öfken çözülmüş duruyor
ölümsüz bakışın havai halin sıkılmış yumruğunla önümüzden geçiyorsun
aşklar ölümler başlanmamış işler gerinde duruyor
sen büyük kederimizin şehri
sen elimiz ayağımız
sen bunca yılın açlıkları kinleri sefaletleri
sen uğrunda şarkı yaktığımız destan düzdüğümüz
asırlar ardı insanlar hep senin hasretini çekmiş
seni beklemişiz
sen çarşıların evlerin zindanların arasından doğrulmuş geçiyorsun
önünde sevinçler işler gelecek günler doğrulmuş bakıyor
sen büyük kederimizin şehri
bir sen eskisin dünyamızda
kulelerin minarelerin surlarınla
vapurların limanların bankalarınla
bir sen eskisin
bir eskimeyen çalışan insanların emeği
bir onların emeği göz nuru alın teri yenidir
bir onların elinde güzelsin
bütün onların eli göz nuru sıcak yüreği
bir dokunsan senin her yerin
sen çalışkan halkın şehri
devletler milletler vatanlar geçti, sade iyi olan kaldı
arabalar, sırmalar peşleri sıra boyunları buruk insanlar geçtiler
ticaret siyaset tarih bir avuç iyilik, her dölden insanlar geçtiler
yeniden arabalar ve zayıf ve şişman ve uzun ve kısa ve semiz birtakım insanlar geçtiler
dalkavuklar ölümler cebir peşleri sıra geldiler
şairler zenginler fakirler her soydan hürriyet düşmanları geldiler
kimse sana hakkını vermedi
seni herkes gençler ihtiyarlar her boydan milletler sevdi
her gelen seni sevdi bağlandı bırakıp gitti
her gelen sana köstek kelepçe yeni zincirler bıraktı
her gelen açlıkları kinleri arabaları surları devraldı
zindanları şiddetli yalnızlığını kimsesizliğini daha genişletti
harpler sulhlar her çeşit insanlar seni olduğun gibi bırakıp geçtiler
sen duvarlarını kederlerimizin yanı sıra daha kuvvetlendirdin
sen nesilden nesile daha kuvvetlenen daha ölmezleşen cebri devraldın
kalelerini yeni bilgilerle daha muhkem kurdun
böyle seni her seferinde açlıklarımızla daha yenilenmiş daha semirmiş bulduk
bir gün zayıflamadı kederimiz
bir gün unutmadık kendimizi
sen en bahtsızı şehirlerin
yığın yığın kötülükler pislikler kendine göre her yerde çözüldüler
krallar padişahlar imparatorluklar geçtiler
yeni insanlar yeni halkı yeni devletleri yeni şehirleri kurdular
bu defa iyiler bu defa kötülükleri süpürüp attı
bir sen eskisin dünyamızda
bir sen sonu gelmeyen kederler kinler zulümler içinde
bir sen aptalları budalaları uşaklarını peşin sıra sürüyorsun
arkanda kötülükler yığın yığın kederler ağır şatafatlı takım taklavatlarıyla geliyor
gerinde kederli soluk yüzler omuz silkişler daha mütehammil daha asil bekliyor
bir açılsan bütün nimetler
bir açılsan ümit
bir açılsan kurtuluş
bir açılsan çocuklar kadınlar erkekler şarkılar sulh
bundan böyle seninle senin önünde eğilmeler yalvarmalar
bundan böyle işler devletler topraklar cumhuriyetler seninledir
bundan böyle dünyanın ölmez şairleri seninledir
bundan böyle paydos pisliklere çirkeflere cebre
paydos yolunu kesen çamura kelepçelere boyunduruğa
paydos zincirlere kara günlere topyekûn paydos

ilhan berk